Barış ve Demokrasi Partisi

Yeni Anayasaya Yaklaşımımız

Posted on: 12/07/2012

BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ’NİN ANAYASAL YAKLAŞIMI

Yeni anayasanın barışı, çoğulcu, eşitlikçi özgürlükçü ve demokratik bir rejimi güvenceye alması bütün Türkiye halkının beklentisi haline gelmiş durumdadır.

Yakın uzak geçmişte yapılan onlarca değişikliğe rağmen, yama tutmayan, temel felsefesi ve antidemokratik sayısız hükmüyle yürürlükte olan darbe anayasası, ülkenin etnik-kültürel-dini-siyasi çoğulculuğunu yok sayan yapısıyla demokratikleşmenin ve barışın önündeki en büyük engel niteliğindedir.

2007’den bu yana 2010 da yapılan referandum ve 2012 seçimlerine toplumun 12 Eylül darbe anayasasının anti demokratik hükümlerinden, vesayet rejiminden kurtulma, halkların anadil ve kimlik talepleri, din ve vicdan özgürlüğü, kadın ve emek haklarıyla artık bütün toplumun beklentisi haline gelen barış ve Kürt sorununun demokratik çözümü talebi damgasını vurmuştur.

Ancak yeni anayasa söylemi, yeni anayasa talebinin yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyan toplum kesimlerine karşı kullanılmış bir seçim kozu olmaktan öteye gidememiştir. Hükümetin, 2012 referandumunda 12 Eylül darbe anayasasına yaptığı yama, başta barış ve Kürt halkının eşit ve onurlu bir statüyle yaşama hakkı dahil olmak üzere ülkenin hiçbir temel sorununa çözüm getirmemiştir. 12 Eylül’le hesaplaşmak adı altında 12 Eylül anayasasının antidemokratik, toplumun çoğulcu yapısını, hak ve özgürlükleri yok sayan nitelikleri pekiştirilmiştir.

2012’ de yapılan seçimlerde BDP-Blok adaylarının başarısı, mecliste yeni bir anayasa için eksik de olsa bir meşruiyet zemini yaratmış ve anayasa yapım süreci başlamıştır. Ezilen, kimliği ve dili yok sayılan halkların, ayrımcılığa uğrayanların, emekçilerin, kadınların, barış ve demokratik anayasa taleplerini temsil eden Barış ve Demokrasi Partisi, milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri ve binlerce üyesinin hapiste olmasına karşın anayasa uzlaşma komisyonuna ön koşul sürmeksizin üç üye ile katılmıştır.

Savaş sürerken anayasa yapım sürecinin sağlıklı bir biçimde yürümesi olanaklı değildir. Bu nedenle BDP, benzer süreçlerden geçmiş ülkelerin deneyimlerinden yola çıkarak, anayasa yapım süreciyle paralel biçimde hayata geçecek bir dizi güven artırıcı önlemi gündeme getirmiştir.

Bu önlemler paketinde, adil temsili engelleyen yüzde onluk seçim barajının kaldırılması, askeri operasyonların durdurulması, diyalog sürecinin yeniden başlatılması, Sayın Abdullah Öcalan’ın barış ve müzakere sürecine etkin ve verimli bir biçimde yer alacağı koşulların yaratılması ve KCK adı altında sürdürülen operasyonların sona erdirilmesi yer almaktadır.

Acil yasal önlemler paketi

BDP güven artırıcı önlemlerle birlikte toplumun özgür ve korkusuzca en geniş biçimde katılımının demokratik bir anayasanın ön koşulu olduğu gerekçesiyle, anayasa yapım sürecini görece demokratikleştirecek bir yol temizliği önerisinde bulunmuştur.

Anayasa yapım sürecinin özgürlükçü ve en geniş katılımla yürütülebilmesi için, düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın yayın özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kısmı de olsa güvenceye alınabilmesi için, her tür demokratik karşı çıkışı cezalandıran Terörle Mücadele Kanunu kaldırılmalıdır.

Türk Ceza Kanununda (TCK) düzenlemelerle suç ve ceza arasındaki orantı, adil yargılama ve ölçülülük ilkeleri de yok edilmektedir. On binlerce kişinin düşüncelerini açıkladıkları, demokratik gösteri ve örgütlenme haklarını kullandıkları için örgüt adına suç işlemek” savıyla yargılanmasına ve yüksek cezalar almasına neden olan TCK’nın 220/6, 220/8, 220/7.fıkraları ile 314/3.fıkralarının kaldırılmalıdır.

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri doğal yargıç ilkesine aykırı olup, uygulamada olağanüstü dönemin koşullarına göre karar veren ve adil yargılama hakkını ihlal etmektedir. Bu mahkemeler kaldırılarak adil yargılama ve yargılamada birlik sağlanmalıdır.

Ceza Muhakemeleri Kanunu ( CMK) 100. maddede yer alan ve katalog suçlar olarak tanımlanan TCK maddeleri, demokratik gösterilere katılan, basın açıklaması veya konuşma yapanları katalog suçlara dahil ederek, doğrudan tutuklamalarını sağlamakta, tutuklama fiilen cezaya dönüşmektedir. Yasada, kuvvetli suç şüphelerinin sebepleri aranmakta ise de uygulamada TCK 220/6 ve 314/2.maddesine muhalefet ettiği iddia edilenlerin tutuklanması olağan hale gelmiştir. Tutuklama istisnai bir tedbir olarak düşürülmeli, tutukluluk süreleri kısaltılmalıdır.

Düşünce özgürlüğünü ortadan kaldıran TCK ‘nın 301.maddesi kaldırılmalıdır.

Danışma meclisi

Yeni anayasanın hazırlanış süreci mecliste temsil edilme koşulu aranmaksızın tüm siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, üniversitelerin, meslek örgütlerinin ve tüm yurttaşların katılımına açık olmalıdır. Yurttaşların bireysel ve/veya örgütlü katılımı elzemdir. Geniş bir toplumsal temsile sahip, baroların, anayasa platformlarının anayasa, kamu, idari mali hukuk akademisyenlerinin katılımıyla oluşacak cinsiyetler arası eşit temsil esasına dayanan bir danışma meclisinin anayasa uzlaşma komisyonun üstlendiği siyasi yükü hafifletici bir rol oynayacağı düşünülmüştür.

Ancak bu öneriler meclis anayasa uzlaşma komisyonunda kabul edilmemiştir. Anayasa yapım ve yazım süreci antidemokratik koşullarda sürmekte, meclisi devre dışı bırakan kanun hükmünde kararnameler ve torba yasalarla en temel ve hayati konularda yasa değişiklikleri yapılmaktadır. Yeni anayasa ihtiyacını ortaya çıkaran en önemli konu, Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü olduğu halde, savaş, operasyon ve tecrit koşulları sürmekte BDP ve toplumun tüm muhalif kesimlerini anayasa sürecinden fiilen dışlamayı hedefleyen siyasi operasyonların ardı arkası kesilmemektedir.

Bu olgular, demokratik bir barış anayasasının toplumsal muhalefetin, meclis içinde ve dışında her alanda örgütlü ve kararlı mücadelesi sonunda hayata geçeceğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

DEMOKRATİK ANAYASANIN İLKELERİ

Yeni anayasa, Kürt halkının onurlu bir statüyle, anadiliyle yaşama ve kendini yönetme hakkıyla birlikte, bütün farklı kimlik ve kültürlerin anadil ve kültürel kimlik haklarını, evrensel ölçütlerde bireysel, kolektif, sosyal, ekonomik siyasi hak ve özgürlükleri tanımalı, doğanın ve diğer canlıların haklarına saygılı olmalı, yerel ve yerinden demokrasi ilkesine göre düzenlenmiş, kimsenin ayrımcılığa uğramadığı, çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, cinsiyet eşitlikçi bir toplumsal yaşamı ve kamu düzenini güvenceye almalıdır.

HAK VE ÖZGÜRLÜKLER ANAYASASI

İnsan onuruna yaraşır özgür bir yaşam sürmek herkesin hakkıdır. Anayasa, siyasi ekonomik sosyal kültürel bireysel kolektif hak ve özgürlüklerin birbirinden ayrılmaz ve birlikte kullanılabilen bir bütün olduğu anlayışıyla düzenlenmeli, devlete hak ve özgürlüklerin her zaman etkin ve işlevsel kullanılmasında görev ve yükümlülük, bireylere ise genişleyen hak ve özgürlükler tanımalıdır.

Hak ve özgürlükler; “genel ahlak, kamu düzeni” gibi her yana çekilebilen ifadelerle sınırlandırılmamalıdır. Devletin asıl işlevi eşit hak ve özgürlükleri korumak ve genişletmektir. Kişinin özel yaşamı, aile yaşamı, konut dokunulmazlığı, haberleşme özgürlüğünü, haberleşmenin gizliliğini korumak devletin yükümlülüğüdür. Güvenliği sağlamakla görevli kurumların yetkileri evrensel demokratik ölçütlere göre sınırlandırılarak yaşam hakkı güvenceye alınmalıdır. Güvenlik sağlama görevi, bu hakları çiğneme ya da geçersizleştirmek için kullanılmamalıdır.

Herkesin nitelikli ve parasız sağlık, eğitim ve barınma hakkına sahip olduğu ve bu hakların kullanılmasında devletin yükümlülükleri açıkça belirtilmelidir. Bütün ekonomik faaliyetler, kamu yararı ve doğanın korunması ile birlikte insan onuruna yakışır bir istihdam ve çalışanların iş sağlığı ve iş güvenliği gözetilerek düzenlenmelidir.

Çalışma hakkı anayasal güvenceye alınmalı, bütün emekçilerle birlikte, kamu çalışanlarının, ev grev- siyasi grev dayanışma grevi , toplu sözleşme ve sendika hakları tanınmalıdır. Emeklilerin ev işçilerinin, işsizlerin sendikalaşmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Çalışma koşulları düzenlenirken Uluslar arası Çalışma Örgütü (İLO) hükümleri, çekincesiz ve istisnasız olarak uygulanmalıdır.

EŞİT VATANDAŞLIK

Anayasada Etnik vurgu içermeyen bir vatandaşlık tanımı yapılmalıdır. Anayasa, aynı toprak üzerinde birlikte yaşama iradesi gösteren bireylerin- kimliklerin- halkların Türkiye Halkı sıfatıyla anayasada belirtilen kurumlar- değerler sistemini birlikte oluşturduklarını, eşit haklara ve özgürlüklere sahip olduklarını kabul etmelidir.

Dil, ırk, etnik köken, renk, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, siyasi ya da başka bir düşünce, uyrukluk, ulusal ya da toplumsal köken veya mensubiyet, din mezhep, mülkiyet, doğum, yaş, medeni hal, fiziksel ya da zihinsel engellilik ve diğer statü farkları gözetilmeksizin herkes yasalar önünde eşittir. Devletinin ırkçılık, cinsiyetçilik ve benzeri durumların, nefret suçlarının önlenmesi konusundaki yükümlülükleri anayasada açıkça belirtilmelidir.

Anayasada farklı kimliklerin evrensel değerlere uygun gelişebilmeleri için devletin her türlü yasal, idari, kurumsal önlemi alma yükümlülüğü yer almalıdır, ancak bu önlemler, aynılaştırma, biçimlendirme ve baskı aracına dönüştürülmemelidir.

Fiili eşitliğin sağlanması için kadınlara, engellilere, çocuklara pozitif ayrımcılık anlayışı güçlendirilmeli, devletin bu konudaki yükümlülüğü anayasada açıkça ifade edilmelidir.

ANADİLİNDE EĞİTİM VE ÖĞRENİM

Türkiye’de konuşulan bütün dillerde anadilinde eğitim ve öğrenim olanağı tanınmalıdır. Türkçe resmi dil olmakla beraber, Türkçeden başka dillerin yöresel düzeyde ikinci resmi dil olarak tanınması, kamusal alanda yaşam ve eğitim dili olarak kullanılabilmesi anayasal güvenceye alınmalıdır.

DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ

Laiklik, vicdan ve din özgürlüğünü güvence altına almak demektir. Devlet dinler, mezhepler inanç grupları ve inançsızlar ile bunların hayat tarzları karşında tarafsız olmalı, dini inançları tanımlamamalı, şekillendirmemelidir. Diyanet işleri başkanlığı lağvedilmeli, dini cemaatlerin örgütlenme, din görevlisi, din alimi yetiştirme özgürlüğü ve özerklikleri anayasal güvence altına alınmalıdır. Zorunlu din dersleri kaldırılmalı, devlet anne ve babanın dini eğitim ve öğretimi kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkına saygılı olmalıdır.

Vicdani ret hakkı, anayasal güvenceye alınmalıdır.

SİYASİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLER

Herkes hiçbir nedenle ayrımcılığa uğramadan ve engellenmeden, anadilini kullanarak, siyasi parti dernek ve sendika kurma ve siyasi hayata katılma hakkına sahip olmalıdır. Toplumun siyasi hayata dernekler sendikalar siyasi partiler aracılığıyla özgür biçimde katılması yasaklanmak yerine teşvik edilmelidir.

Siyasi partilerin kapatılması uygulamasına son verilmeli, ırkçılık ve nefret ve kin yayma, savaş kışkırtıcılığı gibi istisnai durumlarda partinin geçici süreyle hazine yardımından ya da seçimlere girmekten men edilmesi gibi cezalar tercih edilmelidir.

Seçilmiş ve atanmış bütün kamu görevlerinde kadınların eşit temsili esas alınmalı. Gençlerin siyasete katılımı için kota dahil gerekli önlemler alınmalı, seçilme yaşı on sekize indirilmeli, engellilerin siyasi haklarından eşit biçimde yararlanması güvence altına alınmalıdır.

BARIŞ VE ÇEVRE HAKKI

İklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğa ve canlı-cansız yaşamın yıkıma uğratılmasına, savaşlara karşı çıkmak herkesin hakkıdır. Bütün canlılar savaş ve barış hâllerinde kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlarının varlığından, tehdidinden ve yıkımından korunma hakkına sahiptir. Savaş veya güvenlik gerekçesiyle ekolojik dengeyi bozacak faaliyetler, engellenmelidir.

Herkesin temiz suya parasız erişebilme hakkı olmalı, su kaynakları özelleştirilmemeli, bütün canlı yaşamın kaynağı olan su ticari kazanç kaynağı yapılmamalıdır. İnsanların yaşam hakkının ayrılmaz bir parçası olan yaşam alanları hakkında bilgiye erişebilmeleri, kararlara katılabilmeleri, itiraz edebilmeleri için, bilgiye erişim hakkı, katılım ve etkin başvuru hakları tanınmalıdır. Denizler, nehirler, akarsular ormanlar özelleştirilememeli, Yenilenebilir enerji kullanımı esas alınmalı, bütün canlıların yaşam hakları ve işkenceye ve zalimane muamele karşı korunmaları anayasal güvence altında olmalıdır.

SİVİL DEMOKRATİK KAMU YÖNETİMİ- DEMOKRATİK MEŞRUİYET

Anayasada devletin görevi, barışı sağlamak, demokratik yaşama korumak, hak ve özgürlükleri korumak ve genişletmek, farklı dil ve kültürlerin yaşatılmasını ve gelişmesini sağlayacak yasal-idari düzenlemeleri yapmak, doğayı ve diğer canlıların yaşam haklarıyla kentsel- kültürel arkeolojik mirası korumak olarak tanımlanmalıdır.

Anayasadaki milliyetçi-militarist ifadeler kaldırılmalı, güç kullanma zorunlu ve istisnai bir uygulama olarak yer almalıdır. Halk tarafından seçilmiş organlar üzerinde vesayet organlarına yer verilmemeli, silahlı kuvvetler seçilmişlerin iradesine bağlı, seçilmişlerin denetiminde olmalıdır. Milli Güvenlik Kurumu ve Yüksek Askeri Şura, anayasal kurumlar olmaktan çıkarılmalıdır. Bütün askeri harcamalar Sayıştay tarafından denetlenmeli. Bu işlemler halkın bilgisine ve denetimine açık olmalıdır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Askeri Yargıtay kaldırılmalıdır. Askeri mahkemeler küçük disiplin suçları dışında yargılama yapmamalı, bu mahkemelerde siviller ve askerler yargılanmalıdır. Kamu idaresinde birçok meslek grubuna tanınan yargılanma ayrıcalıkları kaldırılmalı ya da kısıtlanmalıdır.

Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Devlet Denetleme Kurulu ve YÖK gibi kurumlar kaldırılmalıdır Devlet üniversitelerinde öğretim nitelikli ve parasız olmalı, harçlar kaldırılmalı, akademik özgürlükler ve üniversitelerin özerkliği anayasal güvenceye alınmalıdır.

Hukuk devleti ilkesinin gereği olarak, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı, doğal yargıç ilkesi, hakim güvencesi, yargı birliği ve yüksek yargının özerkliği anayasal güvence altına alınmalıdır. Yasama ve yürütme organları, devletin diğer kurumları bütün eylem ve işlemlerinde hukuka uygunlukları açısından etkin bir yargı denetimine bağlanmalıdır. Yargının yürütmenin yerini alması sakıncalı olduğu gibi, yürütmenin sınırsız ve denetimsiz yetki kullanması da  sakıncalıdır. Anayasada, yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında denge ve karşılıklı denetim sağlanmalıdır. Yürütme organlarının kararları toplumsal ve yargısal denetime açık olmalı, cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini parlamenter bir rejimle bağdaşır düzeyi aşmamalıdır. Diğer kamu organları ile birlikte yüksek yargı kurulları ve üst mahkemeler üyelerinin seçiminde şeffaflık, demokratik meşruiyet, çoğulculuk ve cinsiyet eşitliği esas alınmalıdır.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK-YEREL DEMOKRASİ

Türkiye’deki siyasi-idari yapılanmada köklü bir reforma gidilerek, yerel demokrasiyi güçlendirecek, toplumunbilgi edinme, siyasi hayata katılma, karar mekanizmalarında yer alma gibi temel haklarını kullanmasına, çoğulcu toplum yapısının temsiline olanak veren, şeffaf, erişilebilir, denetlenebilir katılımcı bir siyasi ve idari yapılanma modeli inşa edilmelidir.

Bölgesel yönetimler nüfusun sosyolojik-kültürel özellikleri ile coğrafi dağılım göz önünde bulundurularak birkaç ilin birleşmesiyle oluşmalıdır.

Yerel yönetim birimi ile ilgili kararlar demokratik seçimle iş başına gelmiş bölge parlamentolarının yetkisine bırakılmalıdır. Anayasada kamu yönetimin kuruluş ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esasına dayandığı ifade edilmeli, bölgesel yönetimlerin görev ve yetki alanları belirtilmelidir.

Bölgesel yönetimlerin mali özerkliği anayasada güvence altına alınmalı. Bölge meclisleri gelişmişlik düzeylerine ve nüfusa göre her yıl merkezi hükümetin aktardığı bütçenin yanında, yerel gelirlerden pay alarak ya da yeni vergi koyma yoluyla hizmetlerin yürütülmesini sağlanmalı, maliye ve vergi sistemi bu doğrultuda yeniden düzenlenmelidir.

Her bölge ve özerk birimin ulusal sembollerinin yanı sıra bölgenin kültürel değerlerini yansıtan renkleri ve sembolleriyle demokratik yerel yönetim birimlerini oluşturmasına olanak verilmelidir.

GEÇMİŞLE YÜZLEŞME

Türkiye kuruluşundan bu yana ağır insan hakları ihlalleri katliam ve kıyımlara sahne olmuş ya da kuruluşundan önce bu topraklarda gerçekleşen katliam ve yıkımların ağır insani yükünü ve sorumluluğunu miras almıştır. 12 Eylül askeri darbesi ve ardından, doksanlar boyunca belki de ülke tarihinin en ağır hak ihlalleri yaşanmış, yirmi bine yakın insan faili meçhul cinayetlerle kaybedilmiştir. Bu insan hakkı ihlalleri soruşturulup suçlular cezalandırılmadan toplum vicdanı rahatlamayacak, toplumsal barış söz konusu olmayacaktır. İnsanlık suçları zamanaşımına uğramaz. Toplumsal barış ve adaletin tesis edilmesi için, karanlıkta kalan katliam ve kıyımlar aydınlatılmalı, suçlular yargılanmalı, yargılama, tazminat ve özür gibi telafi edici uygulamaların yolunu açacak hakikat komisyonlarının anayasal dayanakları oluşturulmalıdır.

Etiketler: ,

Yorum bırakın